Karaman Şeker Pancarı Üretiminde Büyük Önemli Bir Konumda Yer Alırken, Torku'dan , Mv. Hayatına Kadar Süreci Anlatan Recep Konuk İle Güzek Bir Söyleşi.
Güvenlik meseleleri, terör, özelleştirme uygulamaları gibi konular da gerilimin dozajını arttırıyor. Elbette tartışılan konular siyasetin ve ülkenin geleceğini ilgilendiren konular ve gündem oluşturmalıdırlar, hak ettikleri kadar da tartışılmalıdırlar. Ancak, Türkiye'nin görmezden gelemeyeceği, yok farz edemeyeceği, erteleyemeyeceği, bugün önlem almazsa, bugün çözmezse yarın geç kalacağı başka meseleler de var. Gündemimizi işgal eden konular kadar önemli, geniş kitleleri, özellikle dar gelirli kesimleri ve gelecek nesilleri ilgilendiren meselelerimiz var. Örneğin; 2000'li yılların başında enerji fazlamız vardı. Satamadığımız elektriği toprağa veriyorduk. Bugün elektriğimiz yetmiyor. Kötümser senaryolarda 200 dolara ulaşacağı iddia edilen petrolün, ekonomimizi hangi dar boğazlara sürükleyeceğini hesap edemiyoruz bile. Ekonomide daralma, enflasyondaki artış gibi gündem maddeleri de yeterince ilgi görmüyor.
Dünya konjonktürünün zorunlu hale getirmesine rağmen gündemde yer bulamayan meselelerden biri de yaklaşık 20 milyon insanımızı doğrudan, milletimizin tamamını ise gıda ve gıda güvenliği açısından ilgilendiren tarım ve tarımsal üretimdir. Oysa tarım, tarımsal üretim, gıda, gıda güvenliği ve açlık tehlikesi dünya gündeminde en çok tartışılan konuların başındadır. 2000'li yılların başında dünyanın korkusu küresel terördü. Bu korku uluslararası/üstü örgütleri, gelişmiş ülkeleri istikrarsızlık bölgelerine müdahaleye yönlendirdi. Askeri harekâtlar, çatışmalar, operasyonlar, güvenlik kaygısı nedeniyle özgürlükleri sınırlayan hukuki düzenlemeler bu dönemin özeti oldu.
Şimdi ise yeni bir küresel korku tetiklenmiştir; açlık. Bu tehlikeyi ifade edenler ise uluslararası/üstü kuruluşların en yetkili organları ve gelişmiş ülkelerin yöneticileridir. Başta BM, IMF, AB, Dünya ve Asya Kalkınma Bankası yetkilileri gelişmiş ülkeleri önlem almaya çağırırken, tehlike karşısında geliştirdikleri tedbirleri de uygulamaya koymaya başlamışlardır. Konunun bu kadar önemsenmesinin temel nedeni, gıda krizinin yayılmasının yaratacağı isyan ve çatışma riskinin küresel ekonomik istikrar ve güvenlik açısından tehdit oluşturmasıdır. Dünyadaki bu gelişmelere rağmen bizdeki sessizlik, tezat teşkil etmektedir.
Tarımsal ürün ve gıda piyasalarında yeni bir denge oluşmaktadır ve gıda temin etmenin bedeli artık yüksektir. Tarımsal ürünlerin bir yıllık ortalama fiyat artışı % 80'lere ulaşmıştır. Tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki artışın sebebi ister küresel ısınma nedeniyle arzın daralmasıyla, ister nüfus yoğunluğu fazla bazı ülkelerin tüketimlerinin artması sonucu talepteki artışla, ister gelişmiş ülkelerin ihracat politikaları sonucu dünyanın üretim dengesinin bozulmasıyla, isterse tarım ürünlerinin enerji hammaddesi olarak kullanılmasıyla izah edilsin sonuç değişmemektedir. Yeni dönemde tarımsal ürün kıymetlidir. Çünkü, bol değildir.
Önümüzdeki yıllarda tarımsal üretim potansiyeli yüksek toplumları stratejik avantajlar beklerken, ithal ikamesini kullanan tüketici özelliği ağır basan toplumları yeni handikaplar beklemektedir. Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere üretim potansiyeli yüksek olan ülkeler bu yeni durumun kâğıt üzerindeki avantajlarını realize etmek için üretim stratejilerini yenilerken yeni döneme uygun pozisyon almaktadırlar.
Ülkemizde ise uygulanan destekleme ve fiyat politikaları sonucu tarımsal üretim azalmakta, tarım alanları daralmaktadır. Bunun sonucunda da tarımda çalışan nüfus geçim sıkıntısı nedeniyle büyük şehirlerin varoşlarına yığılmaktadır. Tarımdan tasfiye olan bu nüfusa işportacılık dışında iş olanakları yaratamamamız ve belediyelerden gelecek yardım paketleri haricinde hizmet sunamamamız bu nedenle sosyal çatışma riskini göze almamızın yanı sıra, tarım arazilerinin işlenememesi nedeniyle üretimde azalma ve dışa daha çok bağımlılık riskini de göze alıyoruz. Oysa dünyadaki trend bu yönde değildir.
Ülkemizin tarım stratejisini değişen dünya şartlarını da dikkate alarak gözden geçirme zamanı gelmiştir. Pahalı ürettiğimiz iddialarının cevabı bellidir. Kaldı ki bugün için ithal ikamesi kullanmak, pahalı üretmekten daha pahalıdır. Ülkemizin iklim özellikleri, tarım arazileri ve insan altyapısı düşünüldüğünde doğru stratejilerle yeni konjonktürü değerlendirip bu krizi fırsata çevirme şansı vardır. Bizim tarımsal üretimdeki sorunlarımız bellidir. Ucuz üretmenin yolları da bellidir. Ucuz üretmenin, üretimin cazibesini yitirmesinin önündeki en büyük engel girdi maliyetlerinin yüksekliği ve ürün bedellerinin düşüklüğüdür. Rekabet ettiğimiz ülke çiftçilerine göre, mazot, gübre, tarımsal ilaç, tohum gibi girdileri 3 kat yüksek bedel ödeyerek kullanabilen Türk çiftçisinin ucuz üretememek konusunda bir vebali yoktur. Eşit şartlarda yapılacak üretimde Türk tarımının rekabette bir problemi yoktur. Türkiye, tarım arazilerinin optimum işletme büyüklüğünün sağlanması için arazi toplulaştırması, toprak ıslahı, birim alanda üretimi arttıracak ülkemiz şartlarına uygun tohum üretimi ve ıslahı, sulanabilir alanlara boşa akıp giden (Göksu neredeyse hiç kullanılamadan Akdeniz'e akıp gidiyor) sularımızı ulaştıracak altyapı yatırımlarını tamamlaması, toprağın tuzlanmasını önleyecek ve su tasarrufu sağlayacak yeni sulama tekniklerini (damlama sulama) teşvik etmesi, uygun finansal imkanlar yaratarak yeni üretim teknik ve teknolojilerine çiftçimizin kolay ulaşmasını sağlaması, tarım-sanayi-pazar entegrasyonunu sağlayacak tedbirleri alması halinde hem çok, hem ucuz üretme imkanına sahiptir. Türkiye'nin meselesi üretimdir ve üretimi engelleyen sorunlar da bunların çözümleri de bellidir. Yeter ki geç kalmayalım. Yeter ki testi kırılmadan önlem alalım.
Ancak, bu önlemler bir günde hayata geçirilemiyor. Uzun vadeli ve gelecekteki problemleri de öngören önlemler gerekiyor. Doğru yaklaşımları belirlemek ve ihtiyaçlara cevap verecek tedbirleri alabilmek için de hem dünyadaki gelişmeleri takip etmek hem de sektördeki ihtiyaçları doğru tespit etmek gerekiyor. Bunun için de dünya ile iletişim kurmak, çözüm arayışlarına mutlaka ama mutlaka çiftçileri ve onları temsil eden tarımsal kuruluşları da dahil etmek gerekiyor.
Biz Pankobirlik ve Konya Şeker olarak, üzerimize düşeni bugüne kadar nasıl yaptıysak, yarınlarda da yapmaya devam edeceğiz. Temmuz ayı başında İstanbul'da 4 kıta, 21 ülkeden, şeker pancarı ve şeker kamışı üreticilerini ağırladık. 3 gün süren bu toplantılarda gıda krizini ve tarımsal üretimi konuştuk. Problemleri tespit ettik çözüm önerilerini masaya yatırdık. Dünyadaki gelişmelere vakıf olduk. Ülkemiz açısından fırsatları da handikapları da teşhis etme imkânını bulduk. Bu bilgilerimizi de birikimimizi de tarım politikalarını yönlendiren yetkililerle paylaşıyoruz, paylaşmaya hazırız ve üretim eksenli her çözüme katkı vermeye varız.
GAP, KOP gibi projelere biz üreticilerin yaklaşımı bellidir. Türk tarımının yapısal problemlerine ilişkin de çözüm önerilerimiz hazırdır. Ancak, dünya pazarlarıyla rekabet için girdi maliyetlerine yönelik yeni bir yaklaşım beklemek biz Türk çiftçisinin hakkıdır. Tıpkı hükümetin gündeminde olan şeker fabrikaları özelleştirmesinin üretimde devamlılığı sağlayacak bir yöntemle yapılmasını beklemek gibi. Bu fabrikaların varlık satışı yöntemiyle ve üretim garantisi alınmadan satılmasının 1.672.000 pancar üreticisine ve Türk tarımına maliyetini herkes düşünmek zorundadır. Bu fabrikaların sosyal karşılığını, Türk tarımı ve hayvancılığına etkilerini iyi analiz etmeden yapılacak bir özelleştirmenin yaratacağı sosyal maliyet bu fabrikaların satışlarıyla elde edilecek gelirden kat be kat fazla olacaktır.
Hem tarım politikaları hem tarımsal sanayi tesislerimizin özelleştirmesi ile ilgili Türk çiftçisinin söyleyecek çok sözü var. Eğer doğru yaklaşımlar ve çözümler aranıyorsa yetkililerin Türk çiftçisine de müracaat etmesi gerekir. Atasözümüzde de söylendiği gibi; danışan dağ aşmış, danışmayan yolu şaşmış.
Unutulmamalı ki Cumhura muhalefet kuvve-i hatadandır.